Anasayfa

Anasayfa

Erzurum Kongresi

 

Güneş Doğu’dan Doğarken… Erzurum Kongresi

Mustafa Kemal, askerlikten istifa ettiği zaman, hemen bir sivil elbise bulunamamıştı. Erzurum valisinden alınan giysi Mustafa Kemal’in ilk sivil giysisi olmuştu.

“Ulusal egemenliğe dayalı bağılsız-koşulsuz tam bağımsız bir Türk Devleti kurmak. (…) Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. (…) Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemektenbaşka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.”

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın ilk adımını atacağı kongreyi toplamak üzere Erzurum’a giderken gönlündeki ve beynindeki hedefi buydu.

Samsun’a çıktıktan sonra uğranılan Amasya ve Sivas gerilerde bırakılıp 1 Temmuz günü Erzurum’a doğru yola çıkıldıktan kısa bir süre sonra mola vermek zorunda kalındı. İbrahim Süreyya Yiğit, mola verilen o dondurucu geceyi anlatırken, aslında bir ülkenin kurtuluş savaşının ne tür koşullar altında başlatıldığını da açıklamış oluyor:

“Paşamız geceyi bulunduğumuz yerde geçirmeyi uygun buldu. Otomobilde battaniyeler vardı, onu toprağa serdik, yatak oldu. Üstündeki kaputun yakalarını kaldırarak battaniyenin üzerine yattı. Rauf Orbay açık otomobilin içinde uyumaya çalışıyor, diğer arkadaşlar da birer tarafa sığınmışlardı.

Sonuç olarak böyle bir geceyi sabaha ulaştırdık. Günün aydınlığı bize, yerimizi, yolumuzu gösterdi. Biraz da dolaşarak Erzurum’a ulaştık.”

Geceyi kolorduda geçiren Mustafa Kemal’in sabah Erzurum’da ilk görmeye gittiği yer Mudafaa-i Hukuk Derneği oldu. Yanında ölümüne değin aldığı notlarla ona tanıklık eden Mazhar Müfit Kansu bulunuyordu. Mudafaa-i Hukuk Derneği Başkanı Raif Efendi ile görüştü. Bilgi aldıktan sonra şunları söyledi:

“Hainleri, zalimleri, hıyanet ve ihanet temeline dayanan kuruluşla rı ortadan kaldırmak görevimizdir.

Ancak ulusal ve vatanı savunma temeline dayanan kuruluşlara da bir biçim ve beraberlik vermek gerekir. Her ilde bir kuruluş olur ve böyle ayrı ayrı tek tek harekete girişilirse başarı kuşkuludur. Ülkenin kurtulması amacıyla kurulan bu kuruluşları birleştirmek, onlara genel bir biçim vermek, bir merkezden yönetmek gerekir. Buna çalışalım ve yalnız çalışmakla kalmayalım, büyük önem verelim.”

Bu sözler Kurtuluş Savaşının ilanıydı. İki gün sonra ilk gizli toplantı yapıldı. Mustafa Kemal görüşlerini şöyle özetledi:

“Düşman devletler Osmanlı vatan ve devletinin yok edilmesine ve parçalanmasına karar vermiş bulunuyorlar. Bu kararlarını uygulayabilmek için de her türlü maddi ve manevi tecavüzü yapmaktan geri kalmıyorlar. Hükümet düşmanların her türlü tecavüz ve emirlerine boyun eğmekte, her türlü zillete katlanmaktadır. Padişah ise unvanı korumak ve baki kalmak koşuluyla herşeye razı bulunuyor. Ulus karanlık içinde sıkıntıda ve perişan haldedir. Sonunun ne olacağını merak etmekte ve kurtuluş çaresi saydığı her türlü özel önleme başvurmakta, ülkeyi kurtarmak ve savunmak ümidiyle değişik yerlerde değişik adlar ile örgütler kurmaktadır. Ordu genel savaşın binbir zorluklarıyla yorgundur. Yorgunluğuna ve hatta bitkinliğine karşın vatanın parçalanmak istendiğini görerek önleyici çareler aramakla cidden meşguldür. Günün içinde üç düşünce çarpışmaktadır:

a) Galip devletlerle savaşamayacağımıza göre uysal, fedakâr ve uyuşkan hareket etmek,

b) Padişahın çevresinde toplanmak ve düşman devletlerin padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanıyacağı bölgede Osmanlı devletini sürdürmeye çaba harcamak,

c) Osmanlı devletinin parçalanması kararlaştırılmış olduğuna göre ırk ve bölge özelliklerine önem vermek ve bu olanaktan yararlanarak yöresel kurtuluş çareleri aramak.”

Herkes büyük bir dikkatle dinliyordu. Ülkenin varlığını tehdit eden hastalığı tanımlayan Mustafa Kemal tedaviyi de dile getirdi:

“Durum, sunduğum ve açıkladığım bu aşamalar içinde bulunurken ‘Ne yapılması gerekir’ sorusunu izin verirseniz ben kendi düşüncelerime göre yanıtlayayım. Arkadaşlar, tek önlem, ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız koşulsuz bağımsız bir Türk Devleti kurmak ve bu hedefe ne olursa olsun ulaşmaktır. Hedefimiz bu olacaktır. Büyük bir vatan ve millet davasına atılıyoruz. Bütün ulusun maddi ve manevi seferberliği, savaşımı ve savaşması ve kazanması gerekir. Böyle büyük bir dava gizlice görü lemez ve yürütülemez.

Milletin davası ancak millet önünde görülüp yürütülebilir. Bunun için ortaya çıkmak, meydana atılmak, bir millet bireyi olarak çalışmak gerekecektir. Böyle büyük bir davayı başarma girişimini ele alacak örgütlenmenin ve ulusal görevin başına geçecek kişinin kim olacağı konusunda da kesin bir düşüncem yoktur. Bu atama hakkı bu anlarda sizlerin, ondan öteye aşama aşama ulusundur.”

Bu tarihi toplantının sonunda Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’den gelecekteki yönetim biçiminin cumhuriyet olacağı müjdesini defterine not etti. Komite Mustafa Kemal’i başkan seçti. Parola, “Ya ölüm ya zafer”di.

Çok geçmeden Mustafa Kemal’in konuşmasında sözünü ettiği karşı duruş ve ihanetler başladı. Padişah, İstanbul hükümeti, işgalci güçler Mustafa Kemal’in başının koparılmasını istedi. Gönderdiği telgraflar Telgraf Genel Müdürü Refik Halit’in buyruğuyla ulaştırılmazken yalan ve yanlış bilgilerle dolu telgraflar çevreye yayılarak Mustafa Kemal ve arkadaşları kötüleniyordu.

Padişah, Mustafa Kemal’i telgraf makinesinin başına çağırttı. Mustafa Kemal’den geri dönmesini ya da hava değişimiyle istediği yere gitmesini istedi. Mustafa Kemal’in yanıtı olumsuzdu. Bir saat süren karşılıklı telgraflaşmanın sonunda padişah “Resmi göreviniz sona ermiştir” dediğinde, ipler koptu.

Mustafa Kemal, saraya ve halka bir bildiri yazdı:

“Kutsal vatanı ve ulusu parçalanma tehlikesinden kurtarmak, Yunanlılar’ın ve Ermeniler’in amaçlarına kurban etmemek için açılan ulusal savaşım için ulusla birlikte serbestçe çalışmaya asker kişiliğim ve resmi görevim engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için ulusla birlikte sonuna kadar çalışmaya mukaddesatım üzerine söz verdiğim için âşıkı olduğum askerlik mesleğine veda ettim ve ayrıldım. Bundan sonra kutsal ulusal amaçlarımız için her türlü özveriyle çalışmak üzere ulusun bağrında savaşçı bir birey olduğumu bilginize sunar, ilan ederim.”

Arkadaşlarına dönen Mustafa Kemal, “Aziz arkadaşlar, bu andan başlayarak hiçbir resmi sıfatım ve memuriyetim yok. Ulusun bir bireyi olarak, ulustan güç ve kudret alarak görevi sürdüreceğim” dedi.

Ulusunu kurtarmak için yola çıkan Mustafa Kemal’in aklından çok sevdiği askerlik mesleğinden ayrılmak geçmemişti. O yüzden yanında sivil elbisesi yoktu. Mazhar Müfit şöyle anlatıyor:

“Bütün ömrü askerlikte geçen paşanın sivil elbisesi yoktu. Derhal bir yeni elbise sağlanması da mümkün olmamıştı. Sabahleyin bana “Elbiseyi ne yapacağız, Mazhar?” dedi. “Kolay, paşam” dedim. Aklıma geldi. Hemen valiye gittim ve “Paşa için sizin elbiselerinizden bir tane istiyorum” dedi.

Münir bey bir hayli sıkıldı:

“Evet ama, paşa hazretlerine layık, temiz bir elbise bende de yok” dedi.

Haksız değildi. Savaş içinde ve sonrasında kimsede el dokunmamış elbise kalmamıştı. Bununla birlikte hemen akıl etti:

“Benim bir ya da iki defa giydiğim jaketatayım var, paşa hazretlerine onu takdim edelim.”

“Gayet iyi” diyerek hemen jaketatayı aldım. Bende de temiz bir fes vardı. Gömlek, yaka, kravat da uydurmuştum. Paşanın işte ilk sivil giysisini bu yolla sağlamıştık. Paşanın birkaç ay kullanmış olduğu fesi, hâlâ o günlerin hatıralarını tazeleyerek, dikkatle saklarım.”

Mustafa Kemal’in sivil yaşamına ilişkin haber kısa sürede yayıldı. İstanbul basınında istifadan değil, görevden alındığı, rütbesinin söküldüğünden söz edildi. Mustafa Kemal bunları bekliyordu ama ummadığı gelişmeler de oldu. Samsun’a birlikte geldiği arkadaşları da istifa etti. Yanına gelen genel sekreteri Albay Kazım Dirik “Paşam, siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu görevimi sürdürme olanağım kalmadı. İzninizle Kazım Karabekir Paşa’dan askeri bir görev isteyeceğim. Evrakı kime teslim edeyim!” dedi.

Rauf Orbay, tanığı olduğu bu olayı şöyle anlatmaktadır:

“Mustafa Kemal Paşa’nın bir anda rengi atmış, sanki vurulmuşa dönmüştü. Bu hiç beklemediği durum karşısında duyduğu hayal kırıklığının acısını beli eden üzgünlük dolu bakışlarını Kazım Dirik’in gözlerine dikerek, ‘Ya öyle mi Efendim? Peki efendim. Evrakı Hüsrev (Gerede) Bey’e devrediniz’ dedi.

Tam bu sırada kaygılı bir davranışla yaveri Cevat Abbas Gürer odaya girdi. Kazım Karabekir’in geldiğini söyledi Mustafa Kemal, ‘Buyursunlar’ dedi.

Kazım Karabekir Paşa son derece saygılı bir davranışla, odaya girerek, belli bir uzaklıkta Mustafa Kemal’in karşısında, onunla göz göze geldi. Dimdik durdu. Topuklarını bir birine vurup selam verdi. Ve böylece selam durumunda, tok ve tatlı sesini duyurdu:

“Komutamda bulunan subay ve erlerin saygı ve bağlılıklarını sunmaya geldim’ dedi. “Siz bundan önce olduğu gibi, bundan böyle de bizim sayın komutanımızsınız. Kolordu Komutanlığının özel arabası ile bir suvari takımını getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz, Paşam!’

Mustafa Kemal’in gözlerinin böylesine sevinçle ışıldadığını bir kere de Çanakkale’de, Anafartaları kazandığı gün, ‘Hamdolsun, İstanbul’u kurtardık’ derken görmüştüm. Sevinçli bir düşten uyanır gibi, gözlerini ovuşturarak, yerinden kalktı. Olanca içtenlikle kollarını açarak, Kazım Karabekir’i kucaklayıp boynuna sarıldı.”

Erzurum Kongresi İstanbul hükümetinin ve İngilizler’in tehdit ve baskılarına karşın 23 Temmuz 1919 günü başladı.

Ulusal mücadelenin ilk zafer müjdecisi ve bütün yurtta etkin olmuş ilk örgütlenmesi Erzurum Kongresi ile gerçekleşti. Ondört gün süren kongrenin kararları şunlardı:

“Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt kesimleri bir bütündür, birbirinden ayrılamaz. Hangi türden olursa olsun, yabancıların yurdumuza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı hükümetinin dağılması durumunda ulus birlikte direnecek ve savunacaktır. Yurdun ve bağımsızlığın korumasına ve güvenliğin sağlanmasına İstanbul hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçilecektir. Yabancı devletin güdüm ve koruyuculuğu kabul olunmaz. Ulusal gücü etken ve ulusal buyrumu egemen kılmak temeldir.”

Kapanış konuşmasını yapan Mustafa Kemal şunları diyordu:

“Ulusumuzun kurtuluş umuduyla çırpındığı en heyecanlı bir zamanda özverili sayın heyetiniz her türlü sıkıntıya katlanarak burada Erzurum’da toplandı. Duygulu, temiz bir ruh ve çok kuvvetli bir inançla vatanın ve ulusun kurtuluşuyla ilgili önemli kararlar alındı. Bütün Dünyaya ulusumuzun varlığını ve birliğini özellikle gösterdi. Tarih bu kongremizi kuşkusuz eşi az bulunur bir eser olarak kaydedecektir.”

Yaşar Öztürk, Bütün Dünya6

Sivas Kongresi

Atatürk ve Sivas
Hangi koşullar altında toplandığını 1 çok özel ayrıntılarla anlattığımız bölgesel Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal, amaçladığı hedefe ulaşmış, bakışlarını şimdi Sivas’a çevirmişti. Sıra, Sivas’ta yapılacak olan ve dört ay önceden duyurulan ulusal kongrenin toplanmasına gelmişti. Mustafa Kemal ve arkadaşları, 4 Eylül 1919’da toplanacak kongre için 29 Ağustos’ta Erzurum’dan yola çıkacaklardı ama… Hiçbirinin cebinde yol parası yoktu.
Erzurum’a geldiğinde Mustafa Kemal, yanındaki tüm parası olan 800 lirayı, can dostu Mazhar Müfit’e vermiş ve oradaki gerekli tüm harcamaları yapmasını ondan istemişti. Fakat Mazhar Müfit’in gösterdiği tüm özene karşın bu para, ancak buradaki ikinci aylarının sonlarına değin dayanabilmiş, durumun halk dilindeki anlatımıyla şimdi, “suyunu çekmişti”.
İçlerinden hiçbiri, bugüne değin hiç kimseden borç para almadığından, borç paranın nasıl isteneceğini de bilmiyorlar, bilmiş olsalar da bunu akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Vatanın düşürüldüğü sıkıntılar yetmiyormuş gibi Mustafa Kemal’in karşısına şimdi bir de para sıkıntısı çıkmıştı.
Mustafa Kemal bu sıkıntılar içindeyken o akşam yemeğini yarım bırakmak zorunda kaldı ve acil olarak çağrıldığı telgraf makinesinin karşısına geçti. Telgraf makinesinin öteki ucunda Sivas Valisi Reşit Paşa vardı. Vali, Fransız Binbaşı Brunot’nun şu tehdidini iletti Mustafa Kemal’e:
“Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a gelip kongre yapmaya kalkışırlarsa, emrindeki Fransız kuvvetleriyle kenti işgal edeceğiz.”
Mustafa Kemal, kendisine bu haberi ileten Sivas valisine şu karşılığı verdi:
“Samsun’a çıkarken de İngilizler benzeri tehditte bulundu. Beş on günde Sivas’ı işgal etmeleri kolay bir iş değildir. Ben ne Fransızlar’ın ne de herhangi bir yabancı devletin sahip çıkmasına tenezzül eden kişilerden değilim. Benim için en büyük koruyucu ve şefkat kaynağı, ulusun bağrıdır…”
Mustafa Kemal’in yanında bulunan Dr. Refik Saydam, onun bu yanıtı verdiğini görünce duygulandı:
“Paşam, bir savaşın içindeyiz; belki başarılı olacağız, belki olmayacağız” dedi. “Fakat sonuç ne olursa olsun Reşit Paşa’ya verdiğiniz yanıtta kullandığınız o cümle bile başlı başına Türk ulusuna yadigâr kalacak bir ders ve ulusal özdeyiş olacak değerdedir.”
Mustafa Kemal telgraf makinesi nin başından kalkıp, masaya döndüğünde, Mazhar Müfit’e seslendi:
“Olayı duydunuz, öğrendiniz” dedi. “Attığımız her adımı not ettiğiniz hatıra defterinizi açınız ve şunu da kaydediniz: ‘Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a hareket edince, Brunot ve arkadaşları Sivas’tan kaçtılar.’ Sivas’a hareket ettiğimizde yazacağınız bu cümleyi hatıra defterinize şimdiden yazmanızla, o gün yazmanız arasında hiçbir fark yoktur.”
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Fransız Binbaşı Brunot’nun tehdidine aldırmıyorlardı ama, yine de bir türlü hareket edemiyorlardı Sivas’a. Onların karşısındaki tek engel, parasızlıktı. 1000 lira dolayında bir paraya gereksinimleri vardı; oysa Müdafaa-i Hukuk’un kasasında yalnızca 80 lira vardı.
Emekli Binbaşı Süleyman Bey, bir köşede kara kara düşünen Mazhar Müfit’in yanına yaklaştı ve kendisiyle özel bir konu görüşmek istediğini söyledi:
“Benim birikmiş 900 lira param var” dedi. “Ben bu parayı size veririm ama, bir koşulum var…2
Mazhar Müfit tek sözcük söylemedi, koşulunu söylemesini beklediğini belli eden bir ifadeyle onun yüzüne baktı. Emekli Binbaşı Süleyman Bey, fazla söze gerek duymaksızın, kısaca bildirdi koşulunu:
“Benim bu parayı verdiğimi senden başka tek kişi bilmeyecek” dedi. “Ne Mustafa Kemal Paşa, ne de başka bir kişi… Ben zaten unuttum, bilmiyorum… Sen de unutacaksın ve bilmeyeceksin bunu…”
Mazhar Müfit, bu paranın onun yaşam parası olduğunu anımsattı.
“Ben 60 yaşını geçmiş bir adamım” dedi emekli binbaşı. “Ulusun esenliğinden başka bir dileğim, bir beklentim yok yaşamdan. Ben emekli maaşımla idare eder, geçinir, giderim.”
Mazhar Müfit gözyaşlarını engelleyemedi, hıçkırarak ağlamaya başladı. Onun ağladığını gören arkadaşları yanına koştular ve ne olduğunu sordular. Ağlaması için bir neden bulmalıydı ama, bulamadı. Arkadaşları daha da meraklandılar. Sonunda birkaç sözcük dökülebildi Mazhar Müfit’in dudaklarının arasından:
“Sivas’a hareket edebiliriz” dedi. “Yol paramız tamamdır…”
Bir anda oradan uzaklaşan Emekli Binbaşı Süleyman Bey ise, odanın uzak bir köşesinde hıçkırarak ağlıyordu. O da kendini tutamamıştı.
Arkadaşları bir ona baktılar, bir Mazhar Müfit’e baktılar ve… Sessiz anlaşmaya onlar da katıldılar. O andan sonra hiçbiri, hiçbirine bu konuda tek soru sormadı, tek söz söylemedi.
Sivas Kongresi günlerinde Atatürk ve Rauf Orbay
Mustafa Kemal ve arkadaşları ertesi gün Erzurum’dan ayrılıp, Sivas’a doğru yola çıktıklarında, bu kez bambaşka bir engelle karşılaştılar.
Nerelerden ve kimlerden kaynaklandığı bilinmeyen bu engel, bir tehdit değildi ama, bir haberdi, hatta bir uyarıydı:
“Dersim Kürtler’i boğazı tutmuşlar… Tehlike var, geçilmez…”
Mustafa Kemal o günü şöyle anlatıyor:
“Ben, Erzurum ile Sivas arasındaki yolu alışılmış zamanda kat edip, kararlaştırılmış günde Sivas’ta bulunamazsam, şurada ya da burada şu ya da bu nedenle çekinip durakladığım Sivas’ta ve her tarafta duyulursa, panik başlayabilir, işler alt üst olabilirdi. O halde, vermem gereken tek kararı vermeliydim. Tehlikeyi göze alıp, yolumuza devam etmek. Başka çaremiz yok idi çünkü. Bu kararı verdim. Sözün özü, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık.”
Atatürk, Sivas Kadısı Hasbi Efendi ve Şeyh Fevzi Efendilerle. (4 Eylül 1919)
Sivas’ta Mustafa Kemal ve arkadaşlarını coşkulu bir kalabalık karşıladı. Sivas Valisi Reşit Paşa, iki üç akşam önce telgraf makinesinin başına acil olarak çağırdığı ve kendisine Fransız Binbaşı Brunot’un tehdidini ilettiği Mustafa Kemal’in kente girişini, utancı nedeniyle yüzünü herkesten saklayarak ve pişmanlığı nedeniyle gözyaşları dökerek uzaktan izliyordu.
Atatürk, Sivas Kadısı Hasbi Efendi ve Şeyh Fevzi Efendilerle. (4 Eylül 1919)
Sivas’ta bugün Kongre Binası adıyla anılan ve müze olarak kullanılan o günlerin Sivas Lisesi binasına yerleştiklerinde Mustafa Kemal, beklemediği ilginç bir olayla karşılaştı. Kendisinin yatacağı karyoladaki yastığın üzerinde nakışla işlenmiş iki dize vardı:
“Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı; (Dünyanın mevkiiyle gururlanıp incitme insanı) Süleyman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvan’ı (Zamanın Süleyman’ı olsan bırakırsın bu köşkü.)”
Mustafa Kemal, yatağına girmek üzereyken yastığındaki bu dizeyi okuyunca Mazhar Müfit’i çağırdı, dizeyi ona okudu ve ne düşündüğünü sordu.
Mazhar Müfit, dostluğunun sağlamlığına olan sağlam inancıyla, açıkca söyledi düşündüğünü ve “Belli ki bu, sizin için yazılmış” dedi.
Mustafa Kemal de, kendi düşüncesini açıkca söyledi:
“Bu uyarı, hepimiz için ve herşey için bir temel kural olmalıdır.”
Sivas Kongresi günlerinde Atatürk
Sivas’ta Mustafa Kemal’e hizmet eden bir delikanlı vardı. Hemen her gün bir adam geliyor, bu delikanlıyı ziyaret ediyor ve ona gizli gizli bir şeyler söyleyip, gidiyordu.
Mustafa Kemal’in önceleri dikkatini çeken bu durum, giderek onu kuşkulandırmaya başladı. Birgün delikanlıyı çağırdı ve sık sık yanına gelen bu kişinin kim olduğunu sordu. Delikanlı, gelen adamın babası olduğunu söyleyince, Mustafa Kemal bu kez, onun ne istediğini sordu.
Delikanlı, babasının tüm söylediklerini olduğu gibi anlattı:
“Padişah efendimiz, lise binasının boşaltılması buyruğunu vermiş. Bu buyruğa uymayanlar idam edileceklermiş. Babam bana, ‘Etme eyleme, oğul… Evine dön’ diyor. ‘Bugün yarın kent basılacak, Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar herşeyi göze almışlar. Sen aileni düşün’ diyor. Ben burada sizin hizmetinizde olmaktan gurur duyuyorum ama, öte yandan da babam her gün geliyor, beni eve çağırıyor…”3
Mustafa Kemal ayağı kalktı, delikanlının yanına gitti ve elini onun omuzuna koydu:
“Hizmetinden memnunum, çocuğum” dedi ve delikanlıya bir babalık da kendi yaptı:
“Baba hakkı büyüktür. O madem ki bu durumdan rahatsız, senin burada kalmanı istemiyor, o halde git! Fakat babana da şunu söyle: ‘Vatan elden giderse evladın bile hükmü kalmaz!’”

Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, Sivas Kongresi’nde de ilk gün Mustafa Kemal’i saf dışı etme girişimleri görüldü. En eski arkadaşlarından birkaçının da aralarında bulunduğu bu “girişimci”lerin gizli oyunlarına karşın Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçildi. Başkanlık kurulu oluşturulunca ilk yaptığı iş, özel bir yemin taslağı hazırlamak oldu. Böylece, vatanın kurtarılması amacıyla başlatılan bu hareketin İttihat ve Terakki’ye mal edilmesinin önüne geçmiş oldu. Bu davranışıyla Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye karşı olanların “Bu hareket bir İttihatçı oyunudur” diyerek karşılarında cephe almalarını da engellemiş oldu.
Sivas Kongresi Temsilciler Heyeti, Eylül 1919
Sorunlar bitmek bilmiyordu. “Kuyunun dibindeki kurbağaların, dünyayı kuyunun ağzı kadar sanmaları” örneği, kongreye katılan kimi temsilciler ise, çevrelerini kuşatan gerçeklerden uzaktılar.
Mustafa Kemal, kongreyi oluşturan temsilcilerin bir bölümüne, temsilci olarak katıldıkları kongrenin amacını da anlatmak zorunda kalmıştı. Konuşmasında, bu nedenle, şu sözlere de yer verdi:
“Efendiler, burada siyasi bir parti kurmak ya da hükümet darbesi yapmak için toplanmadık. Bu ulus yeniden doğmak olayıyla karşı karşıyadır. Bizim hedefimiz de en yeni biçimde ulusal bir devlet var etmektir. Biz ne bir partiyiz, ne de bir komiteyiz! Biz, bütün ulusun temsilcileriyiz. Kutsal görevimiz, bütün ulusu acıya boğan felaketten kurtulmaktır. Biz birkaç kolordunun yardımına güveniyoruz. Yenilmez olduğuna inancımızın her gün daha da arttığı ulusumuz için ve onun adına dövüşmek yetkisi taşıyoruz. Bu inancı, her kalbe aşılayacağız. Burası yüreksiz adamların yeri değildir. Yapacağımız görevler perde arkasında başarılacak görevler değildir. Biz bu amacımızı bütün köylülere, bütün kentlilere anlatmalıyız, herkesle görüşmeliyiz, herkesi uyandırmalıyız. Beni asi ilan ettiler. Ele geçersem beni bekleyen sonun iyi olmadığı biliniyor. Benimle birlikte açıktan açığa çalışanların da aynı sona uğrayacakları kuşku götürmez. Bana arka çıkanlar başlarına ne gelirse gelsin ulusun kutsal davasını bırakmayacaklarına kesin kararlı olmalıdırlar.”

Bu kez mandacılık kendini gösterdi. Manda “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilen ülkelerin topraklarının üzerinde yönetim yetkilerinin Milletler Cemiyeti’nin belirlediği koşullarda üye devletlerden biri tarafından kullanılmasına dayanan rejim” demekti. İçeriden dışarıdan birçok kişi manda konusunda bastırıyordu. Mustafa Kemal’in önündeki klasörden taşan mektup telgraflar Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan mandası önerileri ve istekleriyle doluydu.

Mustafa Kemal, bu öneri ve isteklerin tümüne, şu sözleriyle karşılık verdi:
“İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye bağımsızlık ve bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemeyi sürdüreceğiz. Benim anladığıma göre İstanbul’daki zatlar bizi manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz. Hayır paşalar, hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır… Manda yok! Ya bağımsızlık, ya ölüm!”

Mustafa Kemal işbirlikçiler karşısında ulusal bütünlüğün savunucusu olan Kürtler’i kucaklayarak onlara bir telgraf çekti. Son yıllarda, Kürt kökenli yurttaşlarımızın küçük bir bölümünü de olsa Türkiye Cumhuriyeti aleyhine kışkırtmaya çalışan kimi çıkarcılara bugün de sert bir tokat niteliği taşıyan o telgraf, şöyleydi:
“Ulus hainlerinin aldatmalarına kapılarak Müslümanlar arasında kan akıtılması, suçsuz zavallı Kürt kardeşlerimizden birçoğunun askerler tarafından yok edilmesi gibi dünya ve ahret açısından çok acı bir sonun önlenmesi konusunda harcanmış olan yurtseverce yardımlarınız Sivas Genel Kongre Kurulu’nca takdir ve şükranla görülmüştür. Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça, Türk’ün ve Kürt’ün birbirinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamalarını sürdüreceği, iç ve dış düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı kuşkusuzdur.”
45Atatürk daha sonraları Sivas Kongresi’nin toplandığı salonu ziyaret etmişti.
Sivas Kongresi ile Müdaafa-i Hukuk tek bir çatı altında toplandı. Kuvayi Milliye (Ulusal Güç) ve Ulusal İrade kesin bir biçimde dile getirildi. İşgal ve parçalanmaya karşı direniş, Mondros Ateşkesi ile belirlenen vatan topraklarının bölünmez bütünlüğü Misak-ı Milli (Ulusal And) ile vurgulandı. Sivas, yeni bir devletin doğum öncesi sancılarının ilk işaretlerini vermeye başlamıştı.

Mustafa Kemal her adımını ulusa dayanarak ve yasalara eksiksiz uyarak attı. Kongre sonrası Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin kuruluşu için bizzat kendi el yazısı ile kaleme aldığı dilekçeyi Sivas Valiliği’ne verdi. İlk olarak İrade-i Milliye gazetesinin çıkmasını sağladı. Ankara Hükümeti’nin çekirdeğini oluşturan Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) en önemli adımdı. Cumhuriyete giden yolda böylece, üç büyük adımın ilki atılmış oldu.
Mustafa Kemal, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yer yer ve çoğu birbiriyle bağlantısız biçimde yanan “çoban ateşleri”ni birleştirerek ülkeye çöken karanlığı aydınlıkla yok etmeye başlamıştı. Ülke aydınlandıkça, herkesin “yüreğindeki ve beynindeki renk” de belli oluyor, kimlerin kim olduğu, kimlerin hiçbir şey olmadıkları anlaşılıyor, saflar, cepheler keskin çizgilerle belirginleşiyordu.
İleride, Sivas’tan öteye, Ankara yolu uzanıyordu…
________________________________________
Yaşar Öztürk, Bütün Dünya

30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu olsun

30 agustos

Dünya Barış Gününüz kutlu olsun

yurtta sulh cihan da sulh

BASIN ÖNE EĞİLMESİN

Tele1 ve187d4027 67da 4bd8 b45d 70cebf3ea470 640x320 Halk TV’ye Verilen Cezalar Hukuk Devletiyle Bağdaşmaz
RTÜK tarafından oy çokluğuyla verilen cezalar, muhalif kanalları susturmaya yönelik, tek sesli bir yaklaşımı öngören, Anayasa tarafından güvence altında olması gereken basın özgürlüğünü ortadan kaldıran bir karardır.
Bu kararı alanlar aslında ülkeye en büyük kötülüğü yapmakta olduklarından, özellikle Türkiye dışında ülkemizin imajının zedelenmesine, ülkemize ön yargılı yaklaşımların artmasına ve Türkiye dışında yaşayan bizlerin içinde yaşadığımız ülkelerde ikinci sınıf insan olarak görülmemize yol açtıklarının farkındalar mı?
Bu yanlış yoldan bir an önce dönülmelidir.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanının sosyal medya hesaplarıyla ilgili yaklaşımı da yasakçı zihniyetin bir yansımasıdır. Elbette hakaret, küfür gibi yaklaşımlar kabul edilemez. Ancak bu mecraların kapatılmaya çalışılması da ayrıca bir skandaldır. Kaldı ki, bu doğrultudaki düşüncelerini yine bu sosyal kanallardan açıklamak suretiyle Cumhurbaşkanı sosyal medyanın önemini kendisi de kabul etmektedir.
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
diyenler gibi,özgür aydın demokratik bir Türkiye için mücadeleye devam diyoruz.
CHP Berlin Birliği