Güneş Doğu’dan Doğarken… Erzurum Kongresi
Mustafa Kemal, askerlikten istifa ettiği zaman, hemen bir sivil elbise bulunamamıştı. Erzurum valisinden alınan giysi Mustafa Kemal’in ilk sivil giysisi olmuştu.
“Ulusal egemenliğe dayalı bağılsız-koşulsuz tam bağımsız bir Türk Devleti kurmak. (…) Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. (…) Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemektenbaşka bir şey değildir. Bu aşağılık duruma gerçekten düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.”
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın ilk adımını atacağı kongreyi toplamak üzere Erzurum’a giderken gönlündeki ve beynindeki hedefi buydu.
Samsun’a çıktıktan sonra uğranılan Amasya ve Sivas gerilerde bırakılıp 1 Temmuz günü Erzurum’a doğru yola çıkıldıktan kısa bir süre sonra mola vermek zorunda kalındı. İbrahim Süreyya Yiğit, mola verilen o dondurucu geceyi anlatırken, aslında bir ülkenin kurtuluş savaşının ne tür koşullar altında başlatıldığını da açıklamış oluyor:
“Paşamız geceyi bulunduğumuz yerde geçirmeyi uygun buldu. Otomobilde battaniyeler vardı, onu toprağa serdik, yatak oldu. Üstündeki kaputun yakalarını kaldırarak battaniyenin üzerine yattı. Rauf Orbay açık otomobilin içinde uyumaya çalışıyor, diğer arkadaşlar da birer tarafa sığınmışlardı.
Sonuç olarak böyle bir geceyi sabaha ulaştırdık. Günün aydınlığı bize, yerimizi, yolumuzu gösterdi. Biraz da dolaşarak Erzurum’a ulaştık.”
Geceyi kolorduda geçiren Mustafa Kemal’in sabah Erzurum’da ilk görmeye gittiği yer Mudafaa-i Hukuk Derneği oldu. Yanında ölümüne değin aldığı notlarla ona tanıklık eden Mazhar Müfit Kansu bulunuyordu. Mudafaa-i Hukuk Derneği Başkanı Raif Efendi ile görüştü. Bilgi aldıktan sonra şunları söyledi:
“Hainleri, zalimleri, hıyanet ve ihanet temeline dayanan kuruluşla rı ortadan kaldırmak görevimizdir.
Ancak ulusal ve vatanı savunma temeline dayanan kuruluşlara da bir biçim ve beraberlik vermek gerekir. Her ilde bir kuruluş olur ve böyle ayrı ayrı tek tek harekete girişilirse başarı kuşkuludur. Ülkenin kurtulması amacıyla kurulan bu kuruluşları birleştirmek, onlara genel bir biçim vermek, bir merkezden yönetmek gerekir. Buna çalışalım ve yalnız çalışmakla kalmayalım, büyük önem verelim.”
Bu sözler Kurtuluş Savaşının ilanıydı. İki gün sonra ilk gizli toplantı yapıldı. Mustafa Kemal görüşlerini şöyle özetledi:
“Düşman devletler Osmanlı vatan ve devletinin yok edilmesine ve parçalanmasına karar vermiş bulunuyorlar. Bu kararlarını uygulayabilmek için de her türlü maddi ve manevi tecavüzü yapmaktan geri kalmıyorlar. Hükümet düşmanların her türlü tecavüz ve emirlerine boyun eğmekte, her türlü zillete katlanmaktadır. Padişah ise unvanı korumak ve baki kalmak koşuluyla herşeye razı bulunuyor. Ulus karanlık içinde sıkıntıda ve perişan haldedir. Sonunun ne olacağını merak etmekte ve kurtuluş çaresi saydığı her türlü özel önleme başvurmakta, ülkeyi kurtarmak ve savunmak ümidiyle değişik yerlerde değişik adlar ile örgütler kurmaktadır. Ordu genel savaşın binbir zorluklarıyla yorgundur. Yorgunluğuna ve hatta bitkinliğine karşın vatanın parçalanmak istendiğini görerek önleyici çareler aramakla cidden meşguldür. Günün içinde üç düşünce çarpışmaktadır:
a) Galip devletlerle savaşamayacağımıza göre uysal, fedakâr ve uyuşkan hareket etmek,
b) Padişahın çevresinde toplanmak ve düşman devletlerin padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanıyacağı bölgede Osmanlı devletini sürdürmeye çaba harcamak,
c) Osmanlı devletinin parçalanması kararlaştırılmış olduğuna göre ırk ve bölge özelliklerine önem vermek ve bu olanaktan yararlanarak yöresel kurtuluş çareleri aramak.”
Herkes büyük bir dikkatle dinliyordu. Ülkenin varlığını tehdit eden hastalığı tanımlayan Mustafa Kemal tedaviyi de dile getirdi:
“Durum, sunduğum ve açıkladığım bu aşamalar içinde bulunurken ‘Ne yapılması gerekir’ sorusunu izin verirseniz ben kendi düşüncelerime göre yanıtlayayım. Arkadaşlar, tek önlem, ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız koşulsuz bağımsız bir Türk Devleti kurmak ve bu hedefe ne olursa olsun ulaşmaktır. Hedefimiz bu olacaktır. Büyük bir vatan ve millet davasına atılıyoruz. Bütün ulusun maddi ve manevi seferberliği, savaşımı ve savaşması ve kazanması gerekir. Böyle büyük bir dava gizlice görü lemez ve yürütülemez.
Milletin davası ancak millet önünde görülüp yürütülebilir. Bunun için ortaya çıkmak, meydana atılmak, bir millet bireyi olarak çalışmak gerekecektir. Böyle büyük bir davayı başarma girişimini ele alacak örgütlenmenin ve ulusal görevin başına geçecek kişinin kim olacağı konusunda da kesin bir düşüncem yoktur. Bu atama hakkı bu anlarda sizlerin, ondan öteye aşama aşama ulusundur.”
Bu tarihi toplantının sonunda Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’den gelecekteki yönetim biçiminin cumhuriyet olacağı müjdesini defterine not etti. Komite Mustafa Kemal’i başkan seçti. Parola, “Ya ölüm ya zafer”di.
Çok geçmeden Mustafa Kemal’in konuşmasında sözünü ettiği karşı duruş ve ihanetler başladı. Padişah, İstanbul hükümeti, işgalci güçler Mustafa Kemal’in başının koparılmasını istedi. Gönderdiği telgraflar Telgraf Genel Müdürü Refik Halit’in buyruğuyla ulaştırılmazken yalan ve yanlış bilgilerle dolu telgraflar çevreye yayılarak Mustafa Kemal ve arkadaşları kötüleniyordu.
Padişah, Mustafa Kemal’i telgraf makinesinin başına çağırttı. Mustafa Kemal’den geri dönmesini ya da hava değişimiyle istediği yere gitmesini istedi. Mustafa Kemal’in yanıtı olumsuzdu. Bir saat süren karşılıklı telgraflaşmanın sonunda padişah “Resmi göreviniz sona ermiştir” dediğinde, ipler koptu.
Mustafa Kemal, saraya ve halka bir bildiri yazdı:
“Kutsal vatanı ve ulusu parçalanma tehlikesinden kurtarmak, Yunanlılar’ın ve Ermeniler’in amaçlarına kurban etmemek için açılan ulusal savaşım için ulusla birlikte serbestçe çalışmaya asker kişiliğim ve resmi görevim engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için ulusla birlikte sonuna kadar çalışmaya mukaddesatım üzerine söz verdiğim için âşıkı olduğum askerlik mesleğine veda ettim ve ayrıldım. Bundan sonra kutsal ulusal amaçlarımız için her türlü özveriyle çalışmak üzere ulusun bağrında savaşçı bir birey olduğumu bilginize sunar, ilan ederim.”
Arkadaşlarına dönen Mustafa Kemal, “Aziz arkadaşlar, bu andan başlayarak hiçbir resmi sıfatım ve memuriyetim yok. Ulusun bir bireyi olarak, ulustan güç ve kudret alarak görevi sürdüreceğim” dedi.
Ulusunu kurtarmak için yola çıkan Mustafa Kemal’in aklından çok sevdiği askerlik mesleğinden ayrılmak geçmemişti. O yüzden yanında sivil elbisesi yoktu. Mazhar Müfit şöyle anlatıyor:
“Bütün ömrü askerlikte geçen paşanın sivil elbisesi yoktu. Derhal bir yeni elbise sağlanması da mümkün olmamıştı. Sabahleyin bana “Elbiseyi ne yapacağız, Mazhar?” dedi. “Kolay, paşam” dedim. Aklıma geldi. Hemen valiye gittim ve “Paşa için sizin elbiselerinizden bir tane istiyorum” dedi.
Münir bey bir hayli sıkıldı:
“Evet ama, paşa hazretlerine layık, temiz bir elbise bende de yok” dedi.
Haksız değildi. Savaş içinde ve sonrasında kimsede el dokunmamış elbise kalmamıştı. Bununla birlikte hemen akıl etti:
“Benim bir ya da iki defa giydiğim jaketatayım var, paşa hazretlerine onu takdim edelim.”
“Gayet iyi” diyerek hemen jaketatayı aldım. Bende de temiz bir fes vardı. Gömlek, yaka, kravat da uydurmuştum. Paşanın işte ilk sivil giysisini bu yolla sağlamıştık. Paşanın birkaç ay kullanmış olduğu fesi, hâlâ o günlerin hatıralarını tazeleyerek, dikkatle saklarım.”
Mustafa Kemal’in sivil yaşamına ilişkin haber kısa sürede yayıldı. İstanbul basınında istifadan değil, görevden alındığı, rütbesinin söküldüğünden söz edildi. Mustafa Kemal bunları bekliyordu ama ummadığı gelişmeler de oldu. Samsun’a birlikte geldiği arkadaşları da istifa etti. Yanına gelen genel sekreteri Albay Kazım Dirik “Paşam, siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu görevimi sürdürme olanağım kalmadı. İzninizle Kazım Karabekir Paşa’dan askeri bir görev isteyeceğim. Evrakı kime teslim edeyim!” dedi.
Rauf Orbay, tanığı olduğu bu olayı şöyle anlatmaktadır:
“Mustafa Kemal Paşa’nın bir anda rengi atmış, sanki vurulmuşa dönmüştü. Bu hiç beklemediği durum karşısında duyduğu hayal kırıklığının acısını beli eden üzgünlük dolu bakışlarını Kazım Dirik’in gözlerine dikerek, ‘Ya öyle mi Efendim? Peki efendim. Evrakı Hüsrev (Gerede) Bey’e devrediniz’ dedi.
Tam bu sırada kaygılı bir davranışla yaveri Cevat Abbas Gürer odaya girdi. Kazım Karabekir’in geldiğini söyledi Mustafa Kemal, ‘Buyursunlar’ dedi.
Kazım Karabekir Paşa son derece saygılı bir davranışla, odaya girerek, belli bir uzaklıkta Mustafa Kemal’in karşısında, onunla göz göze geldi. Dimdik durdu. Topuklarını bir birine vurup selam verdi. Ve böylece selam durumunda, tok ve tatlı sesini duyurdu:
“Komutamda bulunan subay ve erlerin saygı ve bağlılıklarını sunmaya geldim’ dedi. “Siz bundan önce olduğu gibi, bundan böyle de bizim sayın komutanımızsınız. Kolordu Komutanlığının özel arabası ile bir suvari takımını getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz, Paşam!’
Mustafa Kemal’in gözlerinin böylesine sevinçle ışıldadığını bir kere de Çanakkale’de, Anafartaları kazandığı gün, ‘Hamdolsun, İstanbul’u kurtardık’ derken görmüştüm. Sevinçli bir düşten uyanır gibi, gözlerini ovuşturarak, yerinden kalktı. Olanca içtenlikle kollarını açarak, Kazım Karabekir’i kucaklayıp boynuna sarıldı.”
Erzurum Kongresi İstanbul hükümetinin ve İngilizler’in tehdit ve baskılarına karşın 23 Temmuz 1919 günü başladı.
Ulusal mücadelenin ilk zafer müjdecisi ve bütün yurtta etkin olmuş ilk örgütlenmesi Erzurum Kongresi ile gerçekleşti. Ondört gün süren kongrenin kararları şunlardı:
“Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt kesimleri bir bütündür, birbirinden ayrılamaz. Hangi türden olursa olsun, yabancıların yurdumuza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı hükümetinin dağılması durumunda ulus birlikte direnecek ve savunacaktır. Yurdun ve bağımsızlığın korumasına ve güvenliğin sağlanmasına İstanbul hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçilecektir. Yabancı devletin güdüm ve koruyuculuğu kabul olunmaz. Ulusal gücü etken ve ulusal buyrumu egemen kılmak temeldir.”
Kapanış konuşmasını yapan Mustafa Kemal şunları diyordu:
“Ulusumuzun kurtuluş umuduyla çırpındığı en heyecanlı bir zamanda özverili sayın heyetiniz her türlü sıkıntıya katlanarak burada Erzurum’da toplandı. Duygulu, temiz bir ruh ve çok kuvvetli bir inançla vatanın ve ulusun kurtuluşuyla ilgili önemli kararlar alındı. Bütün Dünyaya ulusumuzun varlığını ve birliğini özellikle gösterdi. Tarih bu kongremizi kuşkusuz eşi az bulunur bir eser olarak kaydedecektir.”
Yaşar Öztürk, Bütün Dünya