Anasayfa

Anasayfa

9 Eylül 1923 de Halk Fırkası kuruldu

CHP, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te önce “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırhalk fırkasikası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.
1927 yılında “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” CHP’nin dört temel ilkesi olarak benimsenmiştir. 1935 yılında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri de eklenerek Partinin ilkeleri altıya çıkarılmıştır. Partinin amblemi olan 6 ok bu ilkeleri simgelemektedir.
CHP, kurucusu ve ilk Genel Başkanı Atatürk’ün önderliğinde ulusal bağımsızlığı kazanan, Cumhuriyeti kuran, saltanatı kaldıran, hilafete son veren ve Ulusal Birliği sağlayan Partidir. Hukuk ve eğitim gibi toplumsal alanlarda gerçekleştirdiği reformlarla çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni biçimlendirmiştir. Ulusal sanayinin ve ekonominin gelişmesine öncülük etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tek parti konumunun tüm olanaklarına karşın, çok partili rejime geçişi sağlayarak Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde de öncü misyonunu sürdürmüştür.

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919

Atatürk ve Sivas
Hangi koşullar altında toplandığını 1 çok özel ayrıntılarla anlattığımız bölgesel Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal, amaçladığı hedefe ulaşmış, bakışlarını şimdi Sivas’a çevirmişti. Sıra, Sivas’ta yapılacak olan ve dört ay önceden duyurulan ulusal kongrenin toplanmasına gelmişti. Mustafa Kemal ve arkadaşları, 4 Eylül 1919’da toplanacak kongre için 29 Ağustos’ta Erzurum’dan yola çıkacaklardı ama… Hiçbirinin cebinde yol parası yoktu.
Erzurum’a geldiğinde Mustafa Kemal, yanındaki tüm parası olan 800 lirayı, can dostu Mazhar Müfit’e vermiş ve oradaki gerekli tüm harcamaları yapmasını ondan istemişti. Fakat Mazhar Müfit’in gösterdiği tüm özene karşın bu para, ancak buradaki ikinci aylarının sonlarına değin dayanabilmiş, durumun halk dilindeki anlatımıyla şimdi, “suyunu çekmişti”.
İçlerinden hiçbiri, bugüne değin hiç kimseden borç para almadığından, borç paranın nasıl isteneceğini de bilmiyorlar, bilmiş olsalar da bunu akıllarından bile geçirmiyorlardı.
Vatanın düşürüldüğü sıkıntılar yetmiyormuş gibi Mustafa Kemal’in karşısına şimdi bir de para sıkıntısı çıkmıştı.
Mustafa Kemal bu sıkıntılar içindeyken o akşam yemeğini yarım bırakmak zorunda kaldı ve acil olarak çağrıldığı telgraf makinesinin karşısına geçti. Telgraf makinesinin öteki ucunda Sivas Valisi Reşit Paşa vardı. Vali, Fransız Binbaşı Brunot’nun şu tehdidini iletti Mustafa Kemal’e:
“Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a gelip kongre yapmaya kalkışırlarsa, emrindeki Fransız kuvvetleriyle kenti işgal edeceğiz.”
Mustafa Kemal, kendisine bu haberi ileten Sivas valisine şu karşılığı verdi:
“Samsun’a çıkarken de İngilizler benzeri tehditte bulundu. Beş on günde Sivas’ı işgal etmeleri kolay bir iş değildir. Ben ne Fransızlar’ın ne de herhangi bir yabancı devletin sahip çıkmasına tenezzül eden kişilerden değilim. Benim için en büyük koruyucu ve şefkat kaynağı, ulusun bağrıdır…”
Mustafa Kemal’in yanında bulunan Dr. Refik Saydam, onun bu yanıtı verdiğini görünce duygulandı:
“Paşam, bir savaşın içindeyiz; belki başarılı olacağız, belki olmayacağız” dedi. “Fakat sonuç ne olursa olsun Reşit Paşa’ya verdiğiniz yanıtta kullandığınız o cümle bile başlı başına Türk ulusuna yadigâr kalacak bir ders ve ulusal özdeyiş olacak değerdedir.”
Mustafa Kemal telgraf makinesi nin başından kalkıp, masaya döndüğünde, Mazhar Müfit’e seslendi:
“Olayı duydunuz, öğrendiniz” dedi. “Attığımız her adımı not ettiğiniz hatıra defterinizi açınız ve şunu da kaydediniz: ‘Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a hareket edince, Brunot ve arkadaşları Sivas’tan kaçtılar.’ Sivas’a hareket ettiğimizde yazacağınız bu cümleyi hatıra defterinize şimdiden yazmanızla, o gün yazmanız arasında hiçbir fark yoktur.”
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Fransız Binbaşı Brunot’nun tehdidine aldırmıyorlardı ama, yine de bir türlü hareket edemiyorlardı Sivas’a. Onların karşısındaki tek engel, parasızlıktı. 1000 lira dolayında bir paraya gereksinimleri vardı; oysa Müdafaa-i Hukuk’un kasasında yalnızca 80 lira vardı.
Emekli Binbaşı Süleyman Bey, bir köşede kara kara düşünen Mazhar Müfit’in yanına yaklaştı ve kendisiyle özel bir konu görüşmek istediğini söyledi:
“Benim birikmiş 900 lira param var” dedi. “Ben bu parayı size veririm ama, bir koşulum var…”
Mazhar Müfit tek sözcük söylemedi, koşulunu söylemesini beklediğini belli eden bir ifadeyle onun yüzüne baktı. Emekli Binbaşı Süleyman Bey, fazla söze gerek duymaksızın, kısaca bildirdi koşulunu:
“Benim bu parayı verdiğimi senden başka tek kişi bilmeyecek” dedi. “Ne Mustafa Kemal Paşa, ne de başka bir kişi… Ben zaten unuttum, bilmiyorum… Sen de unutacaksın ve bilmeyeceksin bunu…”
Mazhar Müfit, bu paranın onun yaşam parası olduğunu anımsattı.
“Ben 60 yaşını geçmiş bir adamım” dedi emekli binbaşı. “Ulusun esenliğinden başka bir dileğim, bir beklentim yok yaşamdan. Ben emekli maaşımla idare eder, geçinir, giderim.”
Mazhar Müfit gözyaşlarını engelleyemedi, hıçkırarak ağlamaya başladı. Onun ağladığını gören arkadaşları yanına koştular ve ne olduğunu sordular. Ağlaması için bir neden bulmalıydı ama, bulamadı. Arkadaşları daha da meraklandılar. Sonunda birkaç sözcük dökülebildi Mazhar Müfit’in dudaklarının arasından:
“Sivas’a hareket edebiliriz” dedi. “Yol paramız tamamdır…”
Bir anda oradan uzaklaşan Emekli Binbaşı Süleyman Bey ise, odanın uzak bir köşesinde hıçkırarak ağlıyordu. O da kendini tutamamıştı.
Arkadaşları bir ona baktılar, bir Mazhar Müfit’e baktılar ve… Sessiz anlaşmaya onlar da katıldılar. O andan sonra hiçbiri, hiçbirine bu konuda tek soru sormadı, tek söz söylemedi.
Sivas Kongresi günlerinde Atatürk ve Rauf Orbay
Mustafa Kemal ve arkadaşları ertesi gün Erzurum’dan ayrılıp, Sivas’a doğru yola çıktıklarında, bu kez bambaşka bir engelle karşılaştılar.
Nerelerden ve kimlerden kaynaklandığı bilinmeyen bu engel, bir tehdit değildi ama, bir haberdi, hatta bir uyarıydı:
“Dersim Kürtler’i boğazı tutmuşlar… Tehlike var, geçilmez…”
Mustafa Kemal o günü şöyle anlatıyor:
“Ben, Erzurum ile Sivas arasındaki yolu alışılmış zamanda kat edip, kararlaştırılmış günde Sivas’ta bulunamazsam, şurada ya da burada şu ya da bu nedenle çekinip durakladığım Sivas’ta ve her tarafta duyulursa, panik başlayabilir, işler alt üst olabilirdi. O halde, vermem gereken tek kararı vermeliydim. Tehlikeyi göze alıp, yolumuza devam etmek. Başka çaremiz yok idi çünkü. Bu kararı verdim. Sözün özü, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık.”
Atatürk, Sivas Kadısı Hasbi Efendi ve Şeyh Fevzi Efendilerle. (4 Eylül 1919)
Sivas’ta Mustafa Kemal ve arkadaşlarını coşkulu bir kalabalık karşıladı. Sivas Valisi Reşit Paşa, iki üç akşam önce telgraf makinesinin başına acil olarak çağırdığı ve kendisine Fransız Binbaşı Brunot’un tehdidini ilettiği Mustafa Kemal’in kente girişini, utancı nedeniyle yüzünü herkesten saklayarak ve pişmanlığı nedeniyle gözyaşları dökerek uzaktan izliyordu.
Atatürk, Sivas Kadısı Hasbi Efendi ve Şeyh Fevzi Efendilerle. (4 Eylül 1919)
Sivas’ta bugün Kongre Binası adıyla anılan ve müze olarak kullanılan o günlerin Sivas Lisesi binasına yerleştiklerinde Mustafa Kemal, beklemediği ilginç bir olayla karşılaştı. Kendisinin yatacağı karyoladaki yastığın üzerinde nakışla işlenmiş iki dize vardı:
“Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı; (Dünyanın mevkiiyle gururlanıp incitme insanı) Süleyman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvan’ı (Zamanın Süleyman’ı olsan bırakırsın bu köşkü.)”
Mustafa Kemal, yatağına girmek üzereyken yastığındaki bu dizeyi okuyunca Mazhar Müfit’i çağırdı, dizeyi ona okudu ve ne düşündüğünü sordu.
Mazhar Müfit, dostluğunun sağlamlığına olan sağlam inancıyla, açıkca söyledi düşündüğünü ve “Belli ki bu, sizin için yazılmış” dedi.
Mustafa Kemal de, kendi düşüncesini açıkca söyledi:
“Bu uyarı, hepimiz için ve herşey için bir temel kural olmalıdır.”
Sivas Kongresi günlerinde Atatürk
Sivas’ta Mustafa Kemal’e hizmet eden bir delikanlı vardı. Hemen her gün bir adam geliyor, bu delikanlıyı ziyaret ediyor ve ona gizli gizli bir şeyler söyleyip, gidiyordu.
Mustafa Kemal’in önceleri dikkatini çeken bu durum, giderek onu kuşkulandırmaya başladı. Birgün delikanlıyı çağırdı ve sık sık yanına gelen bu kişinin kim olduğunu sordu. Delikanlı, gelen adamın babası olduğunu söyleyince, Mustafa Kemal bu kez, onun ne istediğini sordu.
Delikanlı, babasının tüm söylediklerini olduğu gibi anlattı:
“Padişah efendimiz, lise binasının boşaltılması buyruğunu vermiş. Bu buyruğa uymayanlar idam edileceklermiş. Babam bana, ‘Etme eyleme, oğul… Evine dön’ diyor. ‘Bugün yarın kent basılacak, Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar herşeyi göze almışlar. Sen aileni düşün’ diyor. Ben burada sizin hizmetinizde olmaktan gurur duyuyorum ama, öte yandan da babam her gün geliyor, beni eve çağırıyor…”3
Mustafa Kemal ayağı kalktı, delikanlının yanına gitti ve elini onun omuzuna koydu:
“Hizmetinden memnunum, çocuğum” dedi ve delikanlıya bir babalık da kendi yaptı:
“Baba hakkı büyüktür. O madem ki bu durumdan rahatsız, senin burada kalmanı istemiyor, o halde git! Fakat babana da şunu söyle: ‘Vatan elden giderse evladın bile hükmü kalmaz!’”

Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, Sivas Kongresi’nde de ilk gün Mustafa Kemal’i saf dışı etme girişimleri görüldü. En eski arkadaşlarından birkaçının da aralarında bulunduğu bu “girişimci”lerin gizli oyunlarına karşın Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçildi. Başkanlık kurulu oluşturulunca ilk yaptığı iş, özel bir yemin taslağı hazırlamak oldu. Böylece, vatanın kurtarılması amacıyla başlatılan bu hareketin İttihat ve Terakki’ye mal edilmesinin önüne geçmiş oldu. Bu davranışıyla Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye karşı olanların “Bu hareket bir İttihatçı oyunudur” diyerek karşılarında cephe almalarını da engellemiş oldu.
Sivas Kongresi Temsilciler Heyeti, Eylül 1919
Sorunlar bitmek bilmiyordu. “Kuyunun dibindeki kurbağaların, dünyayı kuyunun ağzı kadar sanmaları” örneği, kongreye katılan kimi temsilciler ise, çevrelerini kuşatan gerçeklerden uzaktılar.
Mustafa Kemal, kongreyi oluşturan temsilcilerin bir bölümüne, temsilci olarak katıldıkları kongrenin amacını da anlatmak zorunda kalmıştı. Konuşmasında, bu nedenle, şu sözlere de yer verdi:
“Efendiler, burada siyasi bir parti kurmak ya da hükümet darbesi yapmak için toplanmadık. Bu ulus yeniden doğmak olayıyla karşı karşıyadır. Bizim hedefimiz de en yeni biçimde ulusal bir devlet var etmektir. Biz ne bir partiyiz, ne de bir komiteyiz! Biz, bütün ulusun temsilcileriyiz. Kutsal görevimiz, bütün ulusu acıya boğan felaketten kurtulmaktır. Biz birkaç kolordunun yardımına güveniyoruz. Yenilmez olduğuna inancımızın her gün daha da arttığı ulusumuz için ve onun adına dövüşmek yetkisi taşıyoruz. Bu inancı, her kalbe aşılayacağız. Burası yüreksiz adamların yeri değildir. Yapacağımız görevler perde arkasında başarılacak görevler değildir. Biz bu amacımızı bütün köylülere, bütün kentlilere anlatmalıyız, herkesle görüşmeliyiz, herkesi uyandırmalıyız. Beni asi ilan ettiler. Ele geçersem beni bekleyen sonun iyi olmadığı biliniyor. Benimle birlikte açıktan açığa çalışanların da aynı sona uğrayacakları kuşku götürmez. Bana arka çıkanlar başlarına ne gelirse gelsin ulusun kutsal davasını bırakmayacaklarına kesin kararlı olmalıdırlar.”

Bu kez mandacılık kendini gösterdi. Manda “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilen ülkelerin topraklarının üzerinde yönetim yetkilerinin Milletler Cemiyeti’nin belirlediği koşullarda üye devletlerden biri tarafından kullanılmasına dayanan rejim” demekti. İçeriden dışarıdan birçok kişi manda konusunda bastırıyordu. Mustafa Kemal’in önündeki klasörden taşan mektup telgraflar Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan mandası önerileri ve istekleriyle doluydu.

Mustafa Kemal, bu öneri ve isteklerin tümüne, şu sözleriyle karşılık verdi:
“İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye bağımsızlık ve bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemeyi sürdüreceğiz. Benim anladığıma göre İstanbul’daki zatlar bizi manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz. Hayır paşalar, hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır… Manda yok! Ya bağımsızlık, ya ölüm!”

Mustafa Kemal işbirlikçiler karşısında ulusal bütünlüğün savunucusu olan Kürtler’i kucaklayarak onlara bir telgraf çekti. Son yıllarda, Kürt kökenli yurttaşlarımızın küçük bir bölümünü de olsa Türkiye Cumhuriyeti aleyhine kışkırtmaya çalışan kimi çıkarcılara bugün de sert bir tokat niteliği taşıyan o telgraf, şöyleydi:
“Ulus hainlerinin aldatmalarına kapılarak Müslümanlar arasında kan akıtılması, suçsuz zavallı Kürt kardeşlerimizden birçoğunun askerler tarafından yok edilmesi gibi dünya ve ahret açısından çok acı bir sonun önlenmesi konusunda harcanmış olan yurtseverce yardımlarınız Sivas Genel Kongre Kurulu’nca takdir ve şükranla görülmüştür. Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça, Türk’ün ve Kürt’ün birbirinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamalarını sürdüreceği, iç ve dış düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı kuşkusuzdur.”
45

Atatürk daha sonraları Sivas Kongresi’nin toplandığı salonu ziyaret etmişti.
Sivas Kongresi ile Müdaafa-i Hukuk tek bir çatı altında toplandı. Kuvayi Milliye (Ulusal Güç) ve Ulusal İrade kesin bir biçimde dile getirildi. İşgal ve parçalanmaya karşı direniş, Mondros Ateşkesi ile belirlenen vatan topraklarının bölünmez bütünlüğü Misak-ı Milli (Ulusal And) ile vurgulandı. Sivas, yeni bir devletin doğum öncesi sancılarının ilk işaretlerini vermeye başlamıştı.

Mustafa Kemal her adımını ulusa dayanarak ve yasalara eksiksiz uyarak attı. Kongre sonrası Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin kuruluşu için bizzat kendi el yazısı ile kaleme aldığı dilekçeyi Sivas Valiliği’ne verdi. İlk olarak İrade-i Milliye gazetesinin çıkmasını sağladı. Ankara Hükümeti’nin çekirdeğini oluşturan Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) en önemli adımdı. Cumhuriyete giden yolda böylece, üç büyük adımın ilki atılmış oldu.
Mustafa Kemal, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yer yer ve çoğu birbiriyle bağlantısız biçimde yanan “çoban ateşleri”ni birleştirerek ülkeye çöken karanlığı aydınlıkla yok etmeye başlamıştı. Ülke aydınlandıkça, herkesin “yüreğindeki ve beynindeki renk” de belli oluyor, kimlerin kim olduğu, kimlerin hiçbir şey olmadıkları anlaşılıyor, saflar, cepheler keskin çizgilerle belirginleşiyordu.
İleride, Sivas’tan öteye, Ankara yolu uzanıyordu…
________________________________________
Yaşar Öztürk, Bütün Dünya

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kulu olsun

2

 

 

30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu olsun

30